Su – Edip Cansever

Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
Miller ve ağırlıklar bitti
Gelip geçmeler bitti, gemilerin
Beyaz ve kocaman gövdeleri

Gözün kahverengi suyuna geldik.

Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
Süsledi bizi bu ufak değişiklik
Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düşen
Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
Ağır mı ağır
Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
Güneşler, hızarlar, kıymıktaneleri
Vinç sesleri, çekiç sesleri bir bir.

Sokağın bitiminde dönüp arkama baktım
Her şey nasıldı diye
Sundurma hazin
Çarşı kararsız
Düzlerde yarlarda tepelerde
Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte
Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki
Meltem belli belirsiz bir şeyleri kıpırdatıyor
Gözümü kapatıp baktığımda
Sudur gün.

Ah sudur, ne yandan baksam sudur
Suyun imgesi sudur
Trenlerin kalktığı her yerde
Bavullar sudur
Bir gün Erzurum çalkantısı
Öbür gün bir Konya pası
Manisadan görünen İstanbul kıyıları
Çantası açık duran bir kadının anısı ve
Dudak boyası
Ardahanlı bir kartal
Kızılcahamamlı bir pirinç
Tülbentler, yazmalar, krepler
Hep sudur

Askerin son defa memleketine baktığı
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur.

Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim
Kirpikler ve saçlar bitti
Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi
Dalgın ve uzun
Uzun ve sisli
Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim
Bir hurma, bir başdönmesi
Kokusu başdönmesinin
Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa aldım
Bilmek için suyumu
Ve hazırlıklı değildim ve bildim
Ben suyun bir dakika durduğu
Durunca boğulduğu bir yerdeyim.

Bir kilimi yere sermek kadar güzel ne var
Sonra püsküllerini düzeltmek kadar
Ya sofraya dilim dilim kesilmiş bir domatesi koymaktı görkem
Kamyon sürmek yükünü bilmeden
Ve ikimiz bir akşamüstü sırasında
Ve akşamüstünün Anadoluya giden bir otobüs gibi kalkması sırasında
Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında
Sazların, taşların yosunların arasından geçerek
Bir akik gibi yansıyaraktan hem de
Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına
Su akar ben akarım
Ben akarım su akar
Vakit yok bakışmaya

Günlerden suya.

Edip Cansever
-Sonrası Kalır-

Kim Anlatırsa Eksik – Şükrü Erbaş

Ölüm, her gün eşiklerden
Birlikte çıktığımız ikizi ömrümüzün
Aynı yatakta açarız dünyaya gözlerimizi
Aynı sulardan içer aynı rüzgârla üşürüz

Ağaçlarla büyür kalbimize düşen gölge
Bir hatıra boyudur hükmümüz
Toprakla bulutlar arasında
Bir çocuk sesiyle ürpeririz darala darala
Aşkın öpüştüğü her yerde birlikte varız
Aynı güneştir esen ufuklarımızdan
Sabahtan alır rengini akşamımız…Ölüm bizim her gün
Sevinç ya da keder
Kim anlatırsa eksik
Yaşayıp öğrendiğimiz…

Kolay değil çoğalmak
Gitmeyin ne olur
Zaten şurda ne kadarız…

Şükrü Erbaş
-Saklı Su-

Sis 3. – Oya Uysal

3.
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş
ve kalbim yorgun düşen.

İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr,
bir karmakarışıklık,
derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.- Yaprak kımıldatmayan durgun gecenin sokaklarından geçtim, bahardı. Dalları karlarla yüklü ağaçlı bulvarlardan sonra, gece yol alınan uzak şehirlerden, titreyen tren camlarına yaslanmış başımda ağrılarla, soluk kasaba içlerinden, perdeleri açık, sarı kör ışıklı ev içlerinden, donuk insan yüzlerinden…

Dinmek bilmez son yaz yağmurları… Sanki bir suç işlemiş de yüzü yere inmiş üzgün çocuktu gökyüzü. Islak ot ve toprak kokusu.
Başı sonu yokmuş gibi uzayıp giden sararıp solmuş kederli bozkırlardan, gecenin uykuya yeni düştüğü ıssız vakitlerden geçtim. Günü uyandıran kuşlarla başlayan sabahlardan.
Önce mordan eflatuna sonra ağır ağır pembe
usul bir ışıkta, şafakla yüzü aydınlanan yeryüzü güzeldi.

O vakitlerde aşkın eşlikçisi acı bile içimde güzeldi.

Oya Uysal
-uzak olan sendin-

Tezgahında Acının 2 – Metin Altıok

 

2.
Esvap dolabında,
Geceleyin karanlıkta;
Bir böcek çıtırtısı
Neleri çağrıştırır
Uykusu kaçana?

Sessizliğin üstünde
Bir küçük nokta,
Dönüşür imgelere
Bir tohum gibi
Çatlayarak kulakta.

Geceleyin bir böcek
Çıtırtısında:
Meşin çaresizliği
Kınına keskin hançerin,
Ezilmiş bir izmarit
Ayakkabı ökçesiyle,
Kopuk bir tespihin
Dağılmış taneleri
Ve sırrı dökük bir ayna
Yok mudur birazda?

Hiç bir şey yalınkat
Değildir dünyada.
Yazısı akmış, ıslak
Pörsümüş sayfa,
Sonbahar göğünde
Katar katar turnalara
Bakan adamın
Gırtlağındaki tıpa.
Kumaşa uyumsuz yama,
O böcek çıtırtısında.

Metin Altıok
-Tezgahında Acının –