GÜZ İSTASYONU – Arife Kalender

bir güz istasyonunda
mantomun içine saklanarak
kasımpatılara ve raylara düşen
yağmur damlalarına bakıyorum

bozkır biriktiriyor günlüklerim

birazdan toynaklarından tozu
tüylerinden teri silkeliyerek
son kez düdük çalarak ve son kez
çarkı çarka vurarak, soluk soluğa trenler
dizginleri gerilmiş atlar gibi peronda duracaklar

üşümek günündeyim

meğer ben hep trenler çizmişim ömrüme
ya da hiçbir istasyonda inmeyen yolcuymuşum
şehirler geçmişim içinde insanı yok
insan geçmişim şehrinden haberi yok
boşuna ad koymuşum boşuna tarihmişim

bozkır biriktiriyor günlüklerim

bu ayrılığı kim taşıdı buraya kadar
çok gitmişliğimden, az gelmişliğimden midir
gülşen bağlar, yeşil bostan ummuştum daha
raylar gözlerimi sürüklerken peşinden
kim oturuyor bende, neyi beklemekteyim

üşümek günündeyim

adını başkasından öğrenen birisiyim
sözümü hatırlasam, orası yurdum olacak
bir aşkım vardı onu tende sattılar
şahinler çoktan göçtü bağdatların yolundan
bir tebessüm yolla onu örtüneceğim

bozkır biriktiriyor günlüklerim

trenleri hangi mezarlığa koyarlar
çürür mendil, tükenir yol, gölgeler ıslak
düdükleri hangi makamında ayrılığın
güz dediğin nedir yazı anlamaktan başka
her şeyi yanıma alıp yeni yazlara gideceğim

üşümek günündeyim

Arife Kalender
-Deli Bal-

ZEYTİN TANESİ – Mehmet Sadık Kırımlı

gözlerin iki zeytin tanesi
sonsuza açılan iki pencere

ağzın ve dilin
biri kış, diğeri bahar
yepyeni birer ev

geçip yerleştin içine
mevsimlerin

sevindim
bütün ağaçlar uçuştu
kuştu işte; kuştu!

susadı uçarı çocuklar
sus kesildim, susss…

iki zeytin tanesiydi gözlerin
alıp eve getirdim
bir dilim kavun ve beyaz peynirle

oturup bir kadeh rakıya
bir dünya meze…

Mehmet Sadık Kırımlı
-Aşk Kapısı, 2010-

kristal kuş – Ayten Mutlu

kıyıdayım, kıyısında kuru ağaç dallarını
taşıyan uzun nehrin, unutuş otların arasında
ışıyan cam kırığı, işte kalbim ve kendini
taş avluda unutmuş zaman
an’ın sesini ikiye bölen yalan
ağaçtan düşen yaprak
gibi, şarkısını kınında bırakmış bıçak
ah, parlak ay batıyor beyaz bir gemi
gibi uzaklaşıyor nehir, kuruyan otlar ve ben
düşsüz kalan gecede
ötüyor kristal kuş
dur, diyorum akan suya
dur, gitme

kıyıdayım, kıyısında midye kabuklarını
kuma vuran denizin
çakıl taşlarının soğuk teninde,
battığını bilmeyen gemiyim ben belki de
yarasını yosunların sardığı eski bir yara
bilmiyorum hangi ölümden kalma
dibe vurmuş bir ceset taşıyorum içimde
çırpınıyor kristal kuş, yara kanıyor
dur, diyorum acıya
dur, bitme

kıyıdayım, kıyısında boşluğa fısıldanan şiirin
kalbim, ah kalbim acı öpüşler taşıyor sözcüklerime
siyah bir ipeği yazıyorum belki bilmeden
beyaz bir gecenin simsiyah ellerine
sıcak siyah ve ansızın yırtılmış bir ipeği
ay batıyor içli bir şarkı gibi
biliyorum şimdi ölüm
sesime yakın ülke, acı sonsuz ve ay
ah, ay neden bunca uzak bu gece?
çatlıyor içimde sessizce kristal kuş
dur, diyorum hayata
dur, bekle

Ayten Mutlu
-taş ayna, 2002-

parya – A.Hicri İzgören

Bütün masalları tutuştu çocukluğumun
Acıyı bir mayın gibi gömdük toprağa
şimdi alevlerle yazılıyor güncemiz
Göçüyoruz
Yürek bir yangın yeridir artık
kalmadı ardımızda su dökenimiz

Korku bir mevtadır artık gecenin kollarında
Bir eylül dolunayına defnolunur

Göçüyoruz
Bir çocuk gibi elinden tut
Yıkılmış ve yakılmış anıların
Bir tutam kuş sesi sür damarlarına
Git kendi rüzgârını bul usul

Yüreğini yokla bir parça umut kalmıştır belki
Yolların nabzını dinle dağların uğultusunu
Koyaklar yankımızı saklar dönüşümüzü bekler
Kırlangıçlar unutmaz adresimizi

Tarihin tabanları sızlıyor artık
Sararmış o kirli belgelerle yaşıttır gurbet
Yollar çok eskiden tanıyor bizi

Göçebe bir paryayız sanki
Nerede konaklasak kesik bir kol gibiyiz
Kimseler bilmiyor bu susuşlar nereli
Bir kilim deseni anımsatıyor çocuklara
Nüfusa kayıtlı oldukları yeri

Bir çağın son çeyreği yanlış kurmuş denklemi
Patikayla dağları ayrı şeyler sanıyor
Acıyı unutuyor hesaba katmıyor toprağın belleğini

Ey yaraları sağaltan zaman ey kalbim
Tez elden hükümsüz kıl kalıcı olmasın bu şiirim

A.Hicri İzgören
-Suç Duyurusu, 1999-

📸Silena Lambertini

Bir Kentin Dışardan Görünüşü – Cemal Süreya

Bütün bir gün derin suları kolladı şunun için
Bir çoban mevsimini geçirmek için saçının billûrundan
Üç kulesi altı şairi sayısız minareleri
Ve yer yer uçuklamış kıyılarıyla
Bu kent bütün bir gün. Hadi gidelim.

O senin bir türlü belleyemediğin
Kuştur. Bir türkünün hallacında dağılmış
Keçedir. Onu Doğuda nehirlerin kaynaklarına
basıyorlar
Balkondur. En bencil sarmaşığa çekilidir tetiği
Lekedir. Eski Frikya üzümünden inansız menekşeden
Taştır. Bizansın yıkılışını kibirle sürdürmektedir
Çocuktur. Babasınınkine benzer annesinin yüzü
Çünkü mutlu İstanbul kadını alır erkeğinin yüzünü
Çünkü daha dün dört tarafından çekiştirilmiş
utancınla
Şiirime güvenli bir barınak aramıştın

İnce parmaklarıyla
Aralamaya çalışırken kederini
Sen yitip giden aşkta

Senin kahkahanın boğumunda
Söz temiz değil

İklim. Devrik tezgâhı güneşin
Sokaklardan kadınsı bir seccade gibi akıyor iklim
Gözlerimiz bozuluyor kanımızın gürültüsünden
Kırmızılar bitişiyor hiçbir şey kesin değil
Tenteler gökyüzüne bir folklor kazandırıyor
Yeni yapıların kekemeliği ve akasya
Ve çınar. Yelesinin içinde tükenmiş bir aslan
Ve sütunlar başıbozuk devriyeleri
Ne kuşatmalar ne dostluklar pahasına
Büyük bir mutfak yaratmış bir imparatorluğun,
Yalnız sütunlar savunuyor serinliği

Saatler uzun günler kısa

Fenikelileşememek. Ben bu sözü söylüyorum
Bu sözü sana söylüyorum bir gün gerekir nasıl olsa
Serhas’ın askerlerine gümüş zincirlerle döğdürdüğü
Öbür ucuna da gittim ben bu suyun,
Buradan taa peygamberler kıyısına kadar
Büyük suları sadece karpuz soğutmada kullanıyorlar
Fatih Sultan Mehmed gemilerini karadan yürüttü ya
Deniz kaçkını bir ulusun çocuklarıyız biz o gün bugün
Toprakçıl bir çapadır Denizyollarının arması bile,
Ama dilimizde yine de en ürpertili kelime deniz
Yine de sokaklarda bir kanal eğilimi
Dondurmacılarda bir ikinci kaptan tavrı
Teneşirlerde bir tekne beğenisi
Bir kazazede takısı bulunur sarhoşların yüzlerinde

Yine de faizcinin sesindeki hasır
Yelken olmaya özeniyor

Şoför edebiyatına önsöz olarak geçse yeridir
Yeni Cami’nin caddeye dadanmış dirsekleri
Ve
Bitişiğindeki gri gökkuşağının altından
Agop’un ülkesine bir anda geçilir
Orada işte orada
Kibrit bilekli kızların anahtar burunlu sekreterlerin
Lastik mühürle para basanların eğeyle tabanca
üretenlerin
Cüzamlı işhanlarının çiçekbozuğu basımevlerinin
Önlerinden dalgın dalgın yürüyorsun

Sen ki bu şehrin eski tutarsızlarındansın
Kök bitkilerin heterogüllerin Çin yakılarının arasından
Bir güz sonu duygusunu ancak bir kez duyulabilecek
bir sığınma eğilimini
Kuytulardan aldığın bir çiçek gibi yukarı semtlere
doğru sürüklüyorsun

Sen ki
Ayı Hugo’dan zararsız Mallarme’ye, kaçık Artaud’ya kadar
Bir şeyler okudun biraz. İyi.
İngilizlerden de saymayı öğrendin biraz. O da iyi.
Ağzında bir tatil gevezeliği
Alnında bir ayazma serinliği taşıyan
Bir kadını sevdin çok. O belki daha da iyi.
Ama ne yap biliyor musun?
Şu eski adresini değiştir artık
On yıldır bilgeliğini tüketti.

Saatler uzun, günler…

Cemal Süreya
-Beni Öp Sonra Doğur Beni, 1973-

DÖŞEMECİ ARNAVUT RAMAZAN USTA’NIN ENCAMINI VE AHVALİNİ ANLATIR ŞİİR : – Refik Durbaş

Sarmaşıklar, yaseminler, gelinduvakları
ülkesinden geldim ben

İşkodra dağlarının kara kanatlı kartalı idim
Adriyatik denizinin kılıcı keskin balığı

Gurbetime kapılandım genç yaşımda
hasretimi yangınlara atıp da geldim

Ben, şimdi İstanbul’da bir döşeme ustası
attığım her ilmikte vatanımın hasreti

Mintanımı mimozalara bıraktım da geldim

Gözüm nuruyla bezediğim sedirlerde yatamadım
kadın eli değmedi daha ekmeğime aşıma

İstanbul’un havasına suyuna alışamadım

Bir kanepe, bir koltuk, bir kanepe daha
birikir bir gün elbet İşkodra’ya yol parası

Kapanmadan yüreğimin gurbet yarası
yuvasını kurar ciğerimde memleket havası

Sarmaşıklar, yaseminler, gelinduvakları
ülkesine dönerim ben de gün olur bir gün…

Refik Durbaş
-Şimdi Haberler, 2001-

Resim: İşkodra, Arnavutluk..

MEHMET TANER’E BİR AMFORA – Cevat Çapan

Sömbeki’den demir alıp yeniden
Adalar Denizine açılıyoruz fora yelken.
Kulağımda suskunluğu seçen bir arkadaşın
“Veda Vezinleri”,
belleğimde yıllar ince sığındığımız
gizli koyların yanıp sönen yakamozları.
Rotamız rüzgâra bağlı.
Belki korkusuz korsanların yağmaladığı
geçmiş çağlardan kalma
o batık limanlardan birinde geceleriz,
belki de kıyıdaki yıkık bir antik tiyatroda
Öripides esrik Dionisos’u canlandırır bizim için
eski oyun yeniden canlansın diye.

***

Derken Bünyamin yarı uykulu soruyor,
“Ufuk çizgisi nedir? Neden o kadar önemli?”
“Yeryüzüyle gökyüzünün birleştiği çizgi” diye
fısıldıyorum kulağına, ” biz yaklaştıkça,
bizden uzaklaşan, gene de gözlerimizi
bir türlü ondan ayıramadığımız.”

Süreyya Berfe
-Sözcükler D. Temmuz Ağustos 2021-

📸 Sömbeki, Yunan Adaları…

“SEN DE UYUSAN” – Süreyya Berfe

Gölgeni seviyorum, boynunu büküşünü, serinini.
Ben senin çiçeklerini seviyorum. Köklerini de…
Dağlardaki geçitlerin oralardan
hava kararınca bakan çiğdem!
Uyudum seni. Akşam uyudu. “Sen de uyusan…”

Sana gelen sonbahar
tabiattaki ilkbahardır bana.
iğdeler yerlerde biz görmeden, ne zaman?
Ben hâlâ ahlat, hâlâ buruk…
Mevsimler uyudu. “Sen de uyusan…”

“Senin kadar hızlı değişemiyorum
insanı derdine yandırmıyorsun.
Derin küstüm, zaman bilir.
Uykum geliyor gibi.”
içim uyudu. “Sen de uyusan…”

“Muharrem Ertaş’ı dinliyorum.
Sadece bunu istiyorum ölünceye kadar.”
Gözlerimle tadarım, dinleyişini dinler
seninle, içindekilerle, söylediklerinle uyurum.
Sen de uyursan.

Doğrudürüst yürürken çarpıştık.
Düştü elindeki deniz salyangozu. Kırılmadı ama.
Denizleri uğuldadı durdu.
Bir geri gitti ki zaman, uyurum belki
Sen de uyursan.

Bir Yeniay daha doğursak
doğduğuyla kalmayan.
“İşte, öyle” desek.
Geri çekilip seyretsek hiç kımıldamadan.
Uykusuz kalma. Uyurum o zaman.

Azalt zamanımı, ömrümü
beklet, yetişeme.
Fıstık ağacın
iste, baykuşn olurum.
Uyursan, uyurum.

Boş bir sayfa daha. Bana bakıyor.
Dokunsam uyur mu senin gibi?
Baksam belli olur mu sevdiğim?
Senin içindi yıkan hayatına doğru
Uyurum. Uyandırısan, sen de uyursan.

Kalbinin içini, akarsuyunu düşünür
gözünün gördüğü olurum.
Gecelerimi, dağlarımı ışıtanım
senden yuvarlanıp sende kaybolurum
Sen de uyursan, uyurum.

Seni nerede, nasıl görmek isterim
ey deniz kıyısı hasreti
ey nefes almam, dürüstlüğüm?
Görünür geçer sanmalar, yanılmalar.
İyiyim. Sen de uyursan.

“Yarın da geçmezse, gelemezsem, yetişemezsem…”
Kaygılarını, cesaretini hep yanında taşırsın.
Onların huyunu, suyunu da.
Kimseye, bana bile yakınmadan atlattın.
Uyurum, uyursan.

“Yalnızım, çay yaptım. Çocukluk düşü gerçek.
Gençlik düşü? Eh. Şimdi? Varsa bile yok.”
Düşleri düşünebilsem, unuttuklarımı görsem.
Gerçek mi? Kimmiş ? Nereliymiş?
Uyuyalım. Düşler de…

“Kalbim çırpınıyor.” Çarpıyor yerine.
Kulağımın uğultusu geçti yerine
“Kulak sustu.” İyisin. Kalp söyledi.
Kanın ellerim gibi dolaşıyor gövdende.
Duyduğum uyudu. “Sen de uyusan…”

Rüzgârçiçeği diye bir çiçek varmış
sarı – yeşil açarmış o zamanlardaki Kore’de.
Bıraksam kara elmas gibi açarım seni.
Parlayanlar, sönenler…
Uzun sürer hatırlamak.
Uyurum, uyursan…

Aldırış etme. Kelimeler çoraklaşıyor bazen.
Çekilsin karşımdan şu zavallı zihin.
Önünden geçerim evinin, mektup yazarım.
Saat kaç, ne zaman, gidelim mi? Falan.
Uyurum. Sen de uyursan.

Gök gebe, bulutlar gebe, güz gebe.
Kokun, bakışların çoktan gebe.
Sevişmeler, rüzgârlar başladı. Saçların?
Düzelt çıkmadan. Havalandı sevgilim.
Uyumam, sen uyumadan.

Yatmak ne demek, uyumak ne?
Kim kiminle uyudu uykuyu?
Şafağım, ışığım üveyiğim.
Uyurum.
Sevdiğim için
sadece bunun için
Özlemem uyudu.
“Sen de uyusan…”

Süreyya Berfe
-çıkrık, 2008- 

Kaçış – Yorgo Seferis

Bundan başka bir şey değildi aşkımız;
gider, dönerdi gene ve bize
gözleri kapalı, uzak, çok uzak
mermerleşmiş bir gülümseme getirirdi
yitik sabahın otunda
garip bir deniz kabuğu
ruhumuzun inatla açıklamaya çalıştığı.

Bundan başka birşey değildi aşkımız;
sessizce yoklardı çevremizde ne varsa,
açıklamak için ölmek istemeyişimizi
bunca coşkuyla.

Ve tutunduysak başkalarının bellerine,
vargücümüzle sarıldıysak boyunlarına,
soluğumuz karıştıysa
bir başkasının soluğuna,
ve yumduysak gözlerimizi, bundan başka
bir şey değildi;
bu derin acıydı yalnız, tutunabileceğimiz,
kaçışımızda.

Yorgo Seferis

Çeviri: Cevat Çapan 

KAR – Ahmet Telli

I/
Kar yağışını seyrediyorsun, unuttun
Fincandaki kahveyi odan da soğudu
Bir beyaz titreyiş bir dumanlı uçuş 1
Gibi yüzündeki mutsuz hikâye

II/
Elif elif tozuyor kar, Karacoğlan hâlâ
Yollarda mıdır Beyler sofrasında mı
Hüznün daha ağır basıyor hâtıralardan
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi 2

III/
Zihnimde Dr.Jivago’dan bir görüntü
Oradasın sanki o uçsuz stepte
Toprağı yalayan ayaz ve buz sarkıtları
Oysa beyez ipek gibi yağdı kar 3

IV/
Kar dindi, sonsuzluğun hecesi
Gibi uzuyor şimdi beyaz boşluk
Dindi mi kalbini ürperten o tipi
Senin nerde, her günkü sesin… 4

V/
Kar dindi, serçeler birikti beyaz
Sessizliğe harf harf iz bırakarak
Okunacak hangi unutuş şimdi
Yalnızlığın buzdan çetelesinde 5

Ahmet Telli
-Sözcükler D. Temmuz-Ağustos 2021-

1 Cenap Şehabettin
2 François Villon, Türkçesi: Sabri Esat Siyavuşgil
3 Ataol Behramoğlu
4 Ahmet Muhip Dıranas
5 Metin Altıok