bir güz istasyonunda mantomun içine saklanarak kasımpatılara ve raylara düşen yağmur damlalarına bakıyorum
bozkır biriktiriyor günlüklerim
birazdan toynaklarından tozu tüylerinden teri silkeliyerek son kez düdük çalarak ve son kez çarkı çarka vurarak, soluk soluğa trenler dizginleri gerilmiş atlar gibi peronda duracaklar
üşümek günündeyim
meğer ben hep trenler çizmişim ömrüme ya da hiçbir istasyonda inmeyen yolcuymuşum şehirler geçmişim içinde insanı yok insan geçmişim şehrinden haberi yok boşuna ad koymuşum boşuna tarihmişim
bozkır biriktiriyor günlüklerim
bu ayrılığı kim taşıdı buraya kadar çok gitmişliğimden, az gelmişliğimden midir gülşen bağlar, yeşil bostan ummuştum daha raylar gözlerimi sürüklerken peşinden kim oturuyor bende, neyi beklemekteyim
üşümek günündeyim
adını başkasından öğrenen birisiyim sözümü hatırlasam, orası yurdum olacak bir aşkım vardı onu tende sattılar şahinler çoktan göçtü bağdatların yolundan bir tebessüm yolla onu örtüneceğim
bozkır biriktiriyor günlüklerim
trenleri hangi mezarlığa koyarlar çürür mendil, tükenir yol, gölgeler ıslak düdükleri hangi makamında ayrılığın güz dediğin nedir yazı anlamaktan başka her şeyi yanıma alıp yeni yazlara gideceğim
kıyıdayım, kıyısında kuru ağaç dallarını taşıyan uzun nehrin, unutuş otların arasında ışıyan cam kırığı, işte kalbim ve kendini taş avluda unutmuş zaman an’ın sesini ikiye bölen yalan ağaçtan düşen yaprak gibi, şarkısını kınında bırakmış bıçak ah, parlak ay batıyor beyaz bir gemi gibi uzaklaşıyor nehir, kuruyan otlar ve ben düşsüz kalan gecede ötüyor kristal kuş dur, diyorum akan suya dur, gitme
kıyıdayım, kıyısında midye kabuklarını kuma vuran denizin çakıl taşlarının soğuk teninde, battığını bilmeyen gemiyim ben belki de yarasını yosunların sardığı eski bir yara bilmiyorum hangi ölümden kalma dibe vurmuş bir ceset taşıyorum içimde çırpınıyor kristal kuş, yara kanıyor dur, diyorum acıya dur, bitme
kıyıdayım, kıyısında boşluğa fısıldanan şiirin kalbim, ah kalbim acı öpüşler taşıyor sözcüklerime siyah bir ipeği yazıyorum belki bilmeden beyaz bir gecenin simsiyah ellerine sıcak siyah ve ansızın yırtılmış bir ipeği ay batıyor içli bir şarkı gibi biliyorum şimdi ölüm sesime yakın ülke, acı sonsuz ve ay ah, ay neden bunca uzak bu gece? çatlıyor içimde sessizce kristal kuş dur, diyorum hayata dur, bekle
Bütün masalları tutuştu çocukluğumun Acıyı bir mayın gibi gömdük toprağa şimdi alevlerle yazılıyor güncemiz Göçüyoruz Yürek bir yangın yeridir artık kalmadı ardımızda su dökenimiz
Korku bir mevtadır artık gecenin kollarında Bir eylül dolunayına defnolunur
Göçüyoruz Bir çocuk gibi elinden tut Yıkılmış ve yakılmış anıların Bir tutam kuş sesi sür damarlarına Git kendi rüzgârını bul usul
Yüreğini yokla bir parça umut kalmıştır belki Yolların nabzını dinle dağların uğultusunu Koyaklar yankımızı saklar dönüşümüzü bekler Kırlangıçlar unutmaz adresimizi
Tarihin tabanları sızlıyor artık Sararmış o kirli belgelerle yaşıttır gurbet Yollar çok eskiden tanıyor bizi
Göçebe bir paryayız sanki Nerede konaklasak kesik bir kol gibiyiz Kimseler bilmiyor bu susuşlar nereli Bir kilim deseni anımsatıyor çocuklara Nüfusa kayıtlı oldukları yeri
Bir çağın son çeyreği yanlış kurmuş denklemi Patikayla dağları ayrı şeyler sanıyor Acıyı unutuyor hesaba katmıyor toprağın belleğini
Ey yaraları sağaltan zaman ey kalbim Tez elden hükümsüz kıl kalıcı olmasın bu şiirim
Bütün bir gün derin suları kolladı şunun için Bir çoban mevsimini geçirmek için saçının billûrundan Üç kulesi altı şairi sayısız minareleri Ve yer yer uçuklamış kıyılarıyla Bu kent bütün bir gün. Hadi gidelim.
O senin bir türlü belleyemediğin Kuştur. Bir türkünün hallacında dağılmış Keçedir. Onu Doğuda nehirlerin kaynaklarına basıyorlar Balkondur. En bencil sarmaşığa çekilidir tetiği Lekedir. Eski Frikya üzümünden inansız menekşeden Taştır. Bizansın yıkılışını kibirle sürdürmektedir Çocuktur. Babasınınkine benzer annesinin yüzü Çünkü mutlu İstanbul kadını alır erkeğinin yüzünü Çünkü daha dün dört tarafından çekiştirilmiş utancınla Şiirime güvenli bir barınak aramıştın
İnce parmaklarıyla Aralamaya çalışırken kederini Sen yitip giden aşkta
Senin kahkahanın boğumunda Söz temiz değil
İklim. Devrik tezgâhı güneşin Sokaklardan kadınsı bir seccade gibi akıyor iklim Gözlerimiz bozuluyor kanımızın gürültüsünden Kırmızılar bitişiyor hiçbir şey kesin değil Tenteler gökyüzüne bir folklor kazandırıyor Yeni yapıların kekemeliği ve akasya Ve çınar. Yelesinin içinde tükenmiş bir aslan Ve sütunlar başıbozuk devriyeleri Ne kuşatmalar ne dostluklar pahasına Büyük bir mutfak yaratmış bir imparatorluğun, Yalnız sütunlar savunuyor serinliği
Saatler uzun günler kısa
Fenikelileşememek. Ben bu sözü söylüyorum Bu sözü sana söylüyorum bir gün gerekir nasıl olsa Serhas’ın askerlerine gümüş zincirlerle döğdürdüğü Öbür ucuna da gittim ben bu suyun, Buradan taa peygamberler kıyısına kadar Büyük suları sadece karpuz soğutmada kullanıyorlar Fatih Sultan Mehmed gemilerini karadan yürüttü ya Deniz kaçkını bir ulusun çocuklarıyız biz o gün bugün Toprakçıl bir çapadır Denizyollarının arması bile, Ama dilimizde yine de en ürpertili kelime deniz Yine de sokaklarda bir kanal eğilimi Dondurmacılarda bir ikinci kaptan tavrı Teneşirlerde bir tekne beğenisi Bir kazazede takısı bulunur sarhoşların yüzlerinde
Yine de faizcinin sesindeki hasır Yelken olmaya özeniyor
Şoför edebiyatına önsöz olarak geçse yeridir Yeni Cami’nin caddeye dadanmış dirsekleri Ve Bitişiğindeki gri gökkuşağının altından Agop’un ülkesine bir anda geçilir Orada işte orada Kibrit bilekli kızların anahtar burunlu sekreterlerin Lastik mühürle para basanların eğeyle tabanca üretenlerin Cüzamlı işhanlarının çiçekbozuğu basımevlerinin Önlerinden dalgın dalgın yürüyorsun
Sen ki bu şehrin eski tutarsızlarındansın Kök bitkilerin heterogüllerin Çin yakılarının arasından Bir güz sonu duygusunu ancak bir kez duyulabilecek bir sığınma eğilimini Kuytulardan aldığın bir çiçek gibi yukarı semtlere doğru sürüklüyorsun
Sen ki Ayı Hugo’dan zararsız Mallarme’ye, kaçık Artaud’ya kadar Bir şeyler okudun biraz. İyi. İngilizlerden de saymayı öğrendin biraz. O da iyi. Ağzında bir tatil gevezeliği Alnında bir ayazma serinliği taşıyan Bir kadını sevdin çok. O belki daha da iyi. Ama ne yap biliyor musun? Şu eski adresini değiştir artık On yıldır bilgeliğini tüketti.
Sömbeki’den demir alıp yeniden Adalar Denizine açılıyoruz fora yelken. Kulağımda suskunluğu seçen bir arkadaşın “Veda Vezinleri”, belleğimde yıllar ince sığındığımız gizli koyların yanıp sönen yakamozları. Rotamız rüzgâra bağlı. Belki korkusuz korsanların yağmaladığı geçmiş çağlardan kalma o batık limanlardan birinde geceleriz, belki de kıyıdaki yıkık bir antik tiyatroda Öripides esrik Dionisos’u canlandırır bizim için eski oyun yeniden canlansın diye.
***
Derken Bünyamin yarı uykulu soruyor, “Ufuk çizgisi nedir? Neden o kadar önemli?” “Yeryüzüyle gökyüzünün birleştiği çizgi” diye fısıldıyorum kulağına, ” biz yaklaştıkça, bizden uzaklaşan, gene de gözlerimizi bir türlü ondan ayıramadığımız.”
Gölgeni seviyorum, boynunu büküşünü, serinini. Ben senin çiçeklerini seviyorum. Köklerini de… Dağlardaki geçitlerin oralardan hava kararınca bakan çiğdem! Uyudum seni. Akşam uyudu. “Sen de uyusan…”
Sana gelen sonbahar tabiattaki ilkbahardır bana. iğdeler yerlerde biz görmeden, ne zaman? Ben hâlâ ahlat, hâlâ buruk… Mevsimler uyudu. “Sen de uyusan…”
“Senin kadar hızlı değişemiyorum insanı derdine yandırmıyorsun. Derin küstüm, zaman bilir. Uykum geliyor gibi.” içim uyudu. “Sen de uyusan…”
“Muharrem Ertaş’ı dinliyorum. Sadece bunu istiyorum ölünceye kadar.” Gözlerimle tadarım, dinleyişini dinler seninle, içindekilerle, söylediklerinle uyurum. Sen de uyursan.
Doğrudürüst yürürken çarpıştık. Düştü elindeki deniz salyangozu. Kırılmadı ama. Denizleri uğuldadı durdu. Bir geri gitti ki zaman, uyurum belki Sen de uyursan.
Bir Yeniay daha doğursak doğduğuyla kalmayan. “İşte, öyle” desek. Geri çekilip seyretsek hiç kımıldamadan. Uykusuz kalma. Uyurum o zaman.
Boş bir sayfa daha. Bana bakıyor. Dokunsam uyur mu senin gibi? Baksam belli olur mu sevdiğim? Senin içindi yıkan hayatına doğru Uyurum. Uyandırısan, sen de uyursan.
Kalbinin içini, akarsuyunu düşünür gözünün gördüğü olurum. Gecelerimi, dağlarımı ışıtanım senden yuvarlanıp sende kaybolurum Sen de uyursan, uyurum.
Seni nerede, nasıl görmek isterim ey deniz kıyısı hasreti ey nefes almam, dürüstlüğüm? Görünür geçer sanmalar, yanılmalar. İyiyim. Sen de uyursan.
“Yarın da geçmezse, gelemezsem, yetişemezsem…” Kaygılarını, cesaretini hep yanında taşırsın. Onların huyunu, suyunu da. Kimseye, bana bile yakınmadan atlattın. Uyurum, uyursan.
“Yalnızım, çay yaptım. Çocukluk düşü gerçek. Gençlik düşü? Eh. Şimdi? Varsa bile yok.” Düşleri düşünebilsem, unuttuklarımı görsem. Gerçek mi? Kimmiş ? Nereliymiş? Uyuyalım. Düşler de…
“Kalbim çırpınıyor.” Çarpıyor yerine. Kulağımın uğultusu geçti yerine “Kulak sustu.” İyisin. Kalp söyledi. Kanın ellerim gibi dolaşıyor gövdende. Duyduğum uyudu. “Sen de uyusan…”
Rüzgârçiçeği diye bir çiçek varmış sarı – yeşil açarmış o zamanlardaki Kore’de. Bıraksam kara elmas gibi açarım seni. Parlayanlar, sönenler… Uzun sürer hatırlamak. Uyurum, uyursan…
Aldırış etme. Kelimeler çoraklaşıyor bazen. Çekilsin karşımdan şu zavallı zihin. Önünden geçerim evinin, mektup yazarım. Saat kaç, ne zaman, gidelim mi? Falan. Uyurum. Sen de uyursan.
Gök gebe, bulutlar gebe, güz gebe. Kokun, bakışların çoktan gebe. Sevişmeler, rüzgârlar başladı. Saçların? Düzelt çıkmadan. Havalandı sevgilim. Uyumam, sen uyumadan.
Yatmak ne demek, uyumak ne? Kim kiminle uyudu uykuyu? Şafağım, ışığım üveyiğim. Uyurum. Sevdiğim için sadece bunun için Özlemem uyudu. “Sen de uyusan…”
Bundan başka bir şey değildi aşkımız; gider, dönerdi gene ve bize gözleri kapalı, uzak, çok uzak mermerleşmiş bir gülümseme getirirdi yitik sabahın otunda garip bir deniz kabuğu ruhumuzun inatla açıklamaya çalıştığı.
Bundan başka birşey değildi aşkımız; sessizce yoklardı çevremizde ne varsa, açıklamak için ölmek istemeyişimizi bunca coşkuyla.
Ve tutunduysak başkalarının bellerine, vargücümüzle sarıldıysak boyunlarına, soluğumuz karıştıysa bir başkasının soluğuna, ve yumduysak gözlerimizi, bundan başka bir şey değildi; bu derin acıydı yalnız, tutunabileceğimiz, kaçışımızda.
I/ Kar yağışını seyrediyorsun, unuttun Fincandaki kahveyi odan da soğudu Bir beyaz titreyiş bir dumanlı uçuş 1 Gibi yüzündeki mutsuz hikâye
II/ Elif elif tozuyor kar, Karacoğlan hâlâ Yollarda mıdır Beyler sofrasında mı Hüznün daha ağır basıyor hâtıralardan Ama nerde bıldır yağan kar şimdi 2
III/ Zihnimde Dr.Jivago’dan bir görüntü Oradasın sanki o uçsuz stepte Toprağı yalayan ayaz ve buz sarkıtları Oysa beyez ipek gibi yağdı kar 3
IV/ Kar dindi, sonsuzluğun hecesi Gibi uzuyor şimdi beyaz boşluk Dindi mi kalbini ürperten o tipi Senin nerde, her günkü sesin… 4
V/ Kar dindi, serçeler birikti beyaz Sessizliğe harf harf iz bırakarak Okunacak hangi unutuş şimdi Yalnızlığın buzdan çetelesinde 5
Ahmet Telli -Sözcükler D. Temmuz-Ağustos 2021-
1 Cenap Şehabettin 2 François Villon, Türkçesi: Sabri Esat Siyavuşgil 3 Ataol Behramoğlu 4 Ahmet Muhip Dıranas 5 Metin Altıok
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.