Sudaki Ankâ – Tuğrul Tanyol

biz bülbül-i muhrikdemi gülzâr-ı firâkız
âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
II. Selim

özlemin soğuk kışı, ırmağa karışan arzu
dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş
sudaki billuru düşleyen ankâ
seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda
ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz
kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik
ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü
eski bir şarabı taşıran esrik anılar
bahçelerden akardı ince bir kanûn renginde
güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr

ağaç yağmurun biçimini alırdı uzaktan baksak yanılırdık
günlerin karaya çıktığı yerde dururdun
sıcak falında izlerin ve kumun
bir ses bir sese yansıtırdı pırıltısını
bir dağ bir dağı gölgelerdi ve o ıssız sürünün
tozları dağılınca başlardı gün
uzayıp giderdi yollar boyunca
ağacın ağaca fısıldadığı sürgün

zaman sesini yükseltiyor şimdi seyrelmiş otların arasından
kıyıya yanaşan kayıklardan iniyor
kalabalık, gölgesini ardında bırakıp
usulca bir imgeye dönüşüyor
ırmağın buzları erirken ötelerde
son kez dönüp bak, geride bıraktığın izleri topluyor çocuklar
eski bir evden, zümrüt bir kuleden
sevdiğimiz ve unuttuğumuz kadınların sözlerini uçuruyor rüzgâr

yaşamın acısı geçmiş buradan bir iz gibi sürüp toprağı
geçtik biz de çatısında binlerce ses çınlayan o ıssız geceden
karşılamak için seni: bilinmeyeni

artık susmalıyız, konuşsak bile
bizim acımızı kim anlayabilir
sen, sudaki rengine külünü savuran ankâ
ırmak akıp gitti, çoktan
küllerimiz küllerimizi arıyor hâlâ

Tuğrul Tanyol
-Sudaki Ankâ, 1990-

Van Gogh – Tuğrul Tanyol

güneş ayın tam ortasından doğuyor
çiçektozları zonkluyor yaprakların içinden
bir arıbeyi kadar bencil, kendimi rüzgâra bırakıyorum
rüzgâr ve sarının kıvrılan yangınına

tam ortada bir kır açılıyor sanki, avuçlarım avuçlarıma yapışıyor
çiçek aya bakıyor ve orada eski güneşleri görüyor
bu Hollanda’lının unuttuğu bir çiçek olmalı…
şimdi olmayan kulağından fışkırıyor

Tuğrul Tanyol

TEK BİR MEVSİM – Tuğrul Tanyol

her şey bir mevsim
bir kez kokar gül
yaşar sonsuzca düşlerde,
annem elimden tutar yine
yürürüz malta taşlarının üzerinde.
gözleri göğe dikili bir çocuk
ne görür
artık bizim göremediğimiz ?

her şey bir mevsim
ağaçlar usulca büyür orada
ırmak geçen günleri sular
tek bir mevsime sığar onca şey,
yılan uykusundan uyanır
yağmur tepeleri döver
ve ılık çukurlarında toprağın
aşk yeniden filizlenir,
sevgilim bana döner
sevgimiz bir çocuğa
yalnızca tek bir mevsim yeter mi buna ?

alnımı karıştırıp bakıyorum
anlayamadığım onca şey var
dergiler, kitaplar, günlükler arasında
ve ruh gibi bizi birleştiren bu ağda
her şey bir mevsim.

her şey bir mevsim
Como, sıcak yaz, dağınık masa
oğlum koca adam olmuş
oturuyor karşımda
şarabın tadına varıyoruz,
güzel bir mevsim bu, diyorum
güzel bir yaşam, içinde ne varsa

günlerim bana dönüyor
mevsim derlenip toplanıyor
ağlarda çekilen balığın kokusunu
duyuyorum yine
ya da Malta Çarşısı’ndan geçişimiz annemle
bir ayin gibi her sabah.

her şey bir mevsim
kırık ışığında güneşin
damlasında yağmurun
filizinde toprağın
görmek mümkün
dikkatle bakarsak
o küçücük yaşamlar
nasıl da büyütüyor anlamı,
bir aşk gibi vurup geçiyor insanı
ve yaşarken duyulan acı
mutluluk bırakıyor ardında.

her şey bir mevsim
her şey öylesine uzak
suyun ortasında kalmış gibi
çırılçıplak.

Tuğrul Tanyol
-her şey bir mevsim (2006)-

Elinden Tutun Günü – Tuğrul Tanyol

Günü elinden tutuyorum
Öyle ürkek
Ben tutmasam karanlığa düşecek
Karanlığa düşecek sevgiler
Kapılarınızı yalnızca nefret çalacak,

Ağır ağır yükseliyor bir davulun sağır sesi
Birer birer düşüyor ağaçlar, orman seyreliyor
Tutun elimden, elimden tutun yoksa
Bu canavar sessizlik, bu yılgınlık, bu ölüm…

Sabırsız ayak sesleri ne toplaşıyor, ne dağılıyor
Kararsız külrengi bulutlar, ne zaman yağacak yağmur
Hani nerede yıldırımlar, gökgürültüleri nerede
Yalnızca bu sağır davul
Tenimde ağır ağır
İşleyen bu hançer,

Günü elinden tutuyorum
Elim alev almış gibi yanıyor
Yanıyor karanlık, kızıl, koyu, et kokusu, kül ve kan
Kentin bacalarından savruluyor durmadan
Durmadan, altından geçiyor köprülerin
Durmadan sarıyor kuleleri
Durmadan sızıyor caddelerden
Büyüyor, büyüyor, büyüyor
Bu canavar sessizlik, bu çılgınlık, bu ölüm,

Beynimin çıkmaz sokaklarında
Giderek artıyor çekiç sesleri.
Yankılanıyor kentin alanlarında
Tahtayı tutkuyla kucaklayan çivi,

Yaşam, yükselen darağacının kollarında
Uyuyan bir bebek gibi
Tabutunda sallanıyor.

Tuğrul Tanyol
-ELİNDEN TUTUN GÜNÜ (1983)-

KİM VAR ORADA – Tuğrul Tanyol

TUĞRUL TANYOL KİM VAR ORADA

Uçurumların çağrısı var
gözlerinde
ve yağmurlarla tükenen topraklardasın
iki küçük ırmak ağlar
derinde
bütün bir günü acıyla
yoğuramazsın

Orada, bir küçük bitkinin
sararan dallarında
yaşamı tutkuyla üreteceksin
ve daha da ötede
bozkırların, dağların, denizlerin
sonsuz, karanlık, durgun
ve o ürpertici boşluğun
yeniden canlanışını göreceksin

Bütün bir gün acıyla inlememeli aydınlık
karanlık bulutlara binip gezmemelisin
yüreğinde kanayan karanfil
eğilip gözyaşlarını silmelisin

Uçurumların çağrısı var gözlerinde
orada acı rüzgârların
oya oya bitiremedikleri
ağır, aşılmaz ve sert kayalıkların
ortasında yapayalnız
yaşamayı öğreneceksin

Unutma, kimse tersine çeviremez ırmakları
acıyı acıyla sindiremezsin
güneşi bulutlarla örüp
gecedir diyemezsin
değişim evrenin yasasıdır
ölüm erdemin yontucusu
ve yaşamak onun da üzerinde
mutlu, kaygısız, ama temkinle
uçurumların çağrısı var gözlerinde

Tuğrul Tanyol
-Elinden Tutun Günü (1983)-

©Silena Lambertini ..

ESKİ BİR RESİMDEN – Tuğrul Tanyol

ESKİ BİR RESİMDEN - Tuğrul Tanyol

eski bir fotoğrafta, düşündün mü hiç
duyguların resmini çekmek zor
bir kız, salıncakta, ağaç dipleri esmer
gözleri dalmış uzaklara

belki yıllar sonra bir defterin köşesinde
atılmış onca şeyle, unutulmuş ve geçmiş
gençliğini bulmuş gibi bakıp bakıp resimlere
o ânı hatırlamak… zor

bütün o yollardan geçip gelmişsin belki
sen günlerin dalgın pınarından su içen kız
ne o bahçe, ne o ağaç… ne de salıncakta
uzayan esmer gölgeleri görebiliriz şimdi

eski bir fotoğrafta, düşündün mü hiç?..
annem, annem olmadan önce

Tuğrul Tanyol
-Sudaki Anka (1990)-

Sen Elimden Tutunca – Tuğrul Tanyol

072

Sen elimden tutunca
Deniz basardı içimi
Sen elimden tutunca, yüreğim
Yeşil yosunlara takılıp günlerce
Dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi.

Günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını sorardım kendime. Geceler boyu yolumu arardım zor ve aşılmaz tepelerde. Sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar düşerdi içimdeki serin göllere. Sen elimden tutunca ben miydim, yoksa bir başkası yürüyen seninle…
Dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen.

Sen elimden tutunca
Bir mavilik çökerdi gözlerime
Sonra tüm denizler çekilir
Bir orman uğultularla sarsılır
Bir güvercin sürüsü havalanırdı
Kış bürümüş yüreğimden
Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.

Panjurları açık kalmış eski evler gibiydik
Rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek
Sen elimden tutunca
Kayaları delip çıkardı bir çiçek.

Sen elimden tutunca
Yolculuk basardı içimi
Külrengi bulutlara takılıp günlerce…

Tuğrul Tanyol
-Elinden Tutun Günü (1983)-

EVİNDE YOLCULUK – Tuğrul Tanyol

TUĞRUL TANYOL EVİNDE YOLCULUK

git gel altmış adım
odaları katarsan yüz on
eşyalara çarpmadan
dolaş evinin derinliğinde

halılar, döşemeler
daha sen gelmeden bilirler
ayaklarının ölçüsünü
hafifliğini ya da ağırlığını gövdenin

perdenin her karışına
bakışların sinmiştir
üzüntün ve sevincin
işlenmiştir oturduğun koltuğa
dokunduğun tablaya
baktığın duvarlara

oraya çizmiştin oğlunun büyüyüşünü
kaç kat boya geçse de üzerinden
o çizgiler hâlâ orada, çünkü
duvarın belleği renginden alır gücünü

pencereyi her açışında
görünmez bir kuş sürüsü
taşıyor sözlerini öteye
bulutlar senin sözlerinle şekilleniyor

mutfakta, sevdiğin kadın
sevdiğin kadında geçen yılların
birlikte dolaştığın parkeler ve halılar boyunca
evinde yolculuk

zamana boyun eğiş

Tuğrul Tanyol
-her şey bir mevsim-

ZAMANIN GEÇİŞİNİ DUYUYORUM – Tuğrul Tanyol

TUĞRUL TANYOL ZAMANIN GEÇİŞİNİ DUYUYORUM

zamanın geçişini duyuyorum
kulağa fısıldanan bir söz gibi
tek bir yaprağı bile
kıpırdatmadan geçen rüzgâr gibi
zamanın geçisini duyuyorum
yalnızca bir çıtırtı
odada gezinen ses
yerine getirilmemiş yemin gibi
zamanın geçişini duyuyorum

bize vaat edilen süre
bir çan sesi gibi eridi
bir ezan, ağızdan
ağıza çoğaldı
ulaştı yerine
gözlerimi kapadığımda
o eski kent , o yüksek minare
zamanın geçişini duyuyorum
kentin tam ortalık yerinde

burada böyle kalmış gibi
gözleri açık
gökyüzüne
bakmaktan yorgun bir düşünce
gibi geçen zamanın
sesini duyuyorum

zamanın geçişini duyuyorum
yanımdan geçip giden insanlar gibi
uzakta, karanlıkta kaybolan
tanıdık bir sesti kimi
kimi bir daha duyulmayacak
bir anın sürtünmesi
boşluğa sallanan el
bir veda bilmecesi
gibi geçen
zamanın sesini duyuyorum

yaralı kentim benim!
içinden geçen zamanı duyuyor musun sen de?
Ayasofya’dan taş atımlık mesafe
Fatih’e ulaşan rüzgâr
ve oradan nereye
gittiği belirsiz bir zamandı
yaşadık biz de
yıkandık sularında,
savrulduk bahçelerinde
bu alçakça yağmadan hemen önce
sana benzeyen bir düşünce
gibi geçen zamanın
sesini duyuor musun?

zamanın geçişini duyuyorum
ıslık çalarak ilerliyor umursamazca
dokunduğu çocuk bir genç oluyor birden
kendine şaşıran insanlar görüyorum
aynaya uğrayan bakışlarda
kimse girmiyor araya
kimse sormuyor nereye
zamanın sesi bu diyorum
içimde gezinen ürpertiye

zamanın geçişini duyuyorum
biliyorum, herkes farklı
bir sesle duyar bunu
farklı bir renkle
bir tat belki, bazen buruk
içimizden asla kopup gitmeyecek
bir duygu, bir ilk aşk endişesi gibi
gözpınarlarını zorlayan zamanın
geçişini duyuyorum

zamanın geçişini duyuyorum
nereye gittiğini bilmiyor kimse
zamanın geçişini duyuyorum
kapımı açıyorum, deniz doluyor içeriye

Tuğrul Tanyol
-ansızın yaz-